Sinemayla ilk tanıştığım ilkokul yılları... Kurtuluş Savaşı'nı anlatmaktan çok, ulusal duygu üretmek için yapılmış "Bir Millet Uyanıyor" filmini, kimbilir kaç kez topluca izlemiştik. Türk tiyatro ve sinemasının Adem Babası Muhsin Ertuğrul'un çektiği, başında "16 mm gösterme hakkı Dar film şirketine aittir" yazan siyah/beyaz sinema filmi. Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı öykülerini sinemaya uyarlayan Ertem Eğilmez'in "Bir Millet Uyanıyor" filmini anımsayabilirsiniz, o aynı filmin ikinci kez çekilmişidir.
Avrupalıya, kendi vahşi geçmişini devretme fırsatı veren, 19. Yüzyıl'ın en ünlü barbarı Tepedelenli Ali Paşa'yı da duymuşsunuzdur. Alexandre Dumas'nın biraz da düş gücüyle korku imparatoruna çevirdiği Osmanlı vezirinden söz ediyorum. Osmanlı, Rumeli fethinde yer alan ve Yanya'ya yerleşen savaşçısını "Anadolulu Ali" diye askeri kütüğüne işler, ancak Yanya Tepedelen köylü olarak ün kazanır. Olağanüstü serveti yanında ünlü Kaşıkçı Elması da, Osmanlı sarayı el koyuncaya dek onundur. Kestirilen kafası İstanbul'a getirilerek ibret taşında seyrettirilen ve bedeni Yunanistan'da bırakılan, bugün bile Arnavutluk ulusal kahramanlarından sayılan Tepedelenli Ali Paşa.
"Bir Millet Uyanıyor" işte bu paşanın torunu "Deli Nizam" lakaplı Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'nun, bir Kurtuluş Savaşı öyküsüdür. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile 1960'larda tanıştım. Karabiga'nın tek gazete bayii Recep Bursalı'nın sattığı, Anahtarcı Hakkı'nın kahvehanesi önündeki manav tezgahımda, müşterisiz dakikaların gazetelerinden Yeni İstanbul'da yazılar yazıyordu. Kurtuluş Savaşı'na katılmış, Hakimiyet-i Milliye ile gazeteciliğe başlamış. Onun Kara Davut romanını okuyanlarınız, herhalde vardır.
İkinci Abdülhamit'e giydirdiği yazıları nedeniyle, Atatürk'ten "dinle çocuğum" diye başlayan fırça yediğini, kendisi yazar. Yıllar sonra Abdülhamit ile ilgili de kitap yazar.
Ajitasyon kokan "Bir Millet Uyanıyor" deyişini, Atilla İlhan da kullanmak ister. Bulabildiklerine yazdırdığı kitaplardan bu adla kitap dizisi üretmeye çalışır. O kitapları, okudum, ama siz boşuna zahmet etmeyin. Bilgileri yetersiz ve öngörüleri yanlış çıkan birileri, Atilla İlhan ile yanyana görünerek ün devşirmek için çalakalem yazmışlar.
Bir millet gerçekten uyanır mı?
Eğer "Her gecenin bir sabahı var" diyorsanız, bu anlamda millet her sabah zaten uyanıyor. Uyanıyor da, uyanınca ne yapıyor, ne ediyor?... Akşam bir karakter ile yatıp, sabah başka karakter olarak kalkılabilir mi? Uykuda bilinç elde edilebilir mi? Rüyalar araç edilerek şırıngalanan inanç olur, ama bilinç olamaz. Bilinç, bilgi, emek ve deneyim ile oluşur. Uygun koşullar, doğru ve yeterli girdiler, gerekli süreç...
Hamaset coşku verebilir, körolası mide açlık çektirmese... Romantik duygular ayakları yerden kesebilir. Kahrolası yer çekimi olmasa...
Uyutulan bir milleti uyandırmak iddiası, görülüyor ki pek gerçekçi bir uğraş değil. Hasbelkader gazetecilik mesleği, bu yönde hayli bonkör bir uğraş. Hele yorumculuk, köşe yazarlığı bir milleti uyandırma mesleği sanılıyor. İyi ki Ertuğrul Özköşk gibiler var da, "Çanakkale'nin adı Truva olsun" gibi, entelektüel andropoz fantezileriyle avunuyorum. Yoksa, 1970'lerin Terzi Fikri'li Ordu Fatsa ilçesini, sırf "bakın ben de sol literatüre hakimim" şaklabanlığıyla Samsun'un Havza'sı sanan, imamdan devşirme ahmetleşmiş hakana benzetilmek asla istemem.
Bir milleti uyandırmaya soyunma hatasına düşmüşseniz, aç yatacaksınız. Uykudan aç kalkacağınıza göre, bir milleti uyandırma işi bila bedel bir iştir; sakın karaoğlanın hikmetini aramayın.
Bir milleti uyandırmaya soyunmuşsanız, hedef haline geleceğinizi bileceksiniz. Krallar ve kraldan çok kralcılardan tehditler alacağınıza göre, istemeseniz bile beyninizden çok yüreğinize ihtiyaç duyacaksınız.
Bir millet eğer varsa, uyandırılması anlam taşır. Ya o millet yoksa, gerçekte hiç oluşturulamamışsa?... Bir paket erzağa, iki torba kömüre, bir fotoğraf makinasına, asgari ücretle işe alınma vaadine, bir kat daha kaçak kat çıkmaya, ihalesiz iş almaya, güçlülerle fotoğraf çekinmeye vs. yem olmuş bireyler güruhuna dönüşmüşse?...
Pazartesi günü Biga'da, yerel bir medya organı sahibi, bendeniz "öteki" yi kendine kalkan yaparak, kendi kavgasını başlattı. Bugüne dek sayısız kavgada kalkan diye kullanıldığımın bilincindeyim. Öğrenciler, işçiler, köylüler, küçük esnaf ve sanatkar, işsizler... Haklı olana dönen elektronlarım, vicdan denen genetiğim, özgül ağırlığı yüksek elementer yapım, kalkan üretmeye uygun görünüyor. On yıllardır farkındayım!
Ah bir de elastiki olsaydım... Kıvıramam, eğilemem, bükülemem ve bu nedenle "düzgün" demesini zaten beklemediklerim "düz adam" diyor. Buna da şükür... Beterin beteri var, düşüncesizce "sivri kalem" de diyebilirlerdi...
Bigalı genç medya patronu kardeşim, Adil Korkut belasını haritadan silmek isteyen kifayetsiz muhterislerce, acemilik sürecinde, sınırlı süreli araç olarak kullanıldı. O da kendisine gösterilen şefkate güvenerek risklere girdi. Nitelikli genç bir kadro istihdam etmeye başladı. İki basılı gazete birden yayınlıyor, organizatörlükler yapıyor, video filmler çekiyor, web siteler yapıyor, abidik gubidik siteleri satın alıyor. Bugün var olan yatırımı, benim yaklaşık dört yıl önce "Bigalı anlamadı, anlamak istemedi" diyerek büyük zararlarlarla kapattığım basılı gazete yatırımınına, neredeyse ulaşmış düzeyde. Tek eksiği kaldı, iyi bir baskı sistemi.
İzliyorum ve tarih tekerrür ediyormuş gibi geliyor. Onun adına, Biga adına üzülüyorum. Entrikalar şimdi onu kumpasa almış durumda. O iddialı ve savaşı kazanacağına inanıyor. Umarım başarır. Madem bu işte de kalkan benim, belki bir yararım dokunur diye yazıyorum.
Bir "öteki" olarak, otuzsekiz yıllık gazeteciyim, o beş yıllık medya şirketi patronu. İletişim, hukuk, iktisat öğrenimi gördüm, tarım ekonomisi ve eleştirel tarih de boş zamanların en özel zevki. O yanılmıyorsam pazarlama ve ticaret öğrenimi görmüş ve ayrıca Biga'da benden daha uzun süre yaşamış. Ben üniversite öğrencilerinden sıfırdan iletişimci yetiştirmeye çok zaman ayırdım, o kestirmeden gitti iletişim ve tasarım mezunu gençlerle yola çıktı. Ben kimin ayağına bastığımı umursamadan yanlışları ve önerilerimi yazarken, o bir yanlışı eleştirirken birilerini kollamayı asla ihmal etmiyor. (Biga Kaymakamı'nı kollamasını kendisine küçük bir örnek olarak gösterdim. Kaymakamlık resmi protokol listesinde yasadışı medyacılık oynayanlar yer alırken, kardeşimizin yasal medya şirketinin yayın organları yer almıyor. Öğrenince şaştı kaldı. Umarım diğer örnekleri göstermem gerekmez.) Ben ekmeğimin yanındaki peyniri bile yitireceğimi hiç hesaba katmam, o kazandıkları ve kazanması gerekenlerin akçalı hesabını yaparak kavgaya girişiyor. Kolay değildir, nitelikli genç insanların sorumluluklarını işveren olarak üzerinde taşımak. En dişe dokunur benzerliğimizi de ekleyeyim. O da, benim olmazsa olmazım 'beğenmesem de yasalara uygun çalışmak' ilkesine uygun iş yapmaya kararlı görünüyor.
Kazanmasını, hiç kimse benden daha fazla isteyemez.
Ben Biga tarihinin en çok satılan ve en çok okunan basılı gazetesi ile yatırımını feda ettim, ama bilişim teknolojisinin desteği ile yayın organlarımızın etki gücünü rekor düzeyde artırmayı başardım. Parasızım ama daha özgürleştirildim. Bigalı uyandı mı, olup bitenlerin ne kadar farkında? Sabah karanlığında, tan ağarması gözlemindeyim. Eğer yaşarsam, 2020'lerde görüntülerim...
Bigalı bu genç medya patronunu merakla izliyorum. O da benim gibi kazanırsa, -milleti geçtim- en azından Bigalı uyanır mı acaba?...
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.