-Aga be! Evliyadan Muhiddin-i Yemeni bir gün yolda yürürken, muz kabuğuna basmış. Bakmış iyi kayıyor, muz likörünü icad etmiş.
-Sus yalancı günahkar! Hoca Abuziddin'in Kelam-ı Deşifresi'nin 836. sayfasında, muz likörünün haram kılındığını, bizzat Muhiddin-i Yemeni hazretleri söylemiş.
...
Bu tür muhabbetler günümüzde o denli çoğaldı ki, sözünü ettikleri aziz ve azizeler gerçekte var mıdır, yok mudur orası bile meçhul.
...
Ulu Hakan Abdülhamid Han, hücresinde bir gün secdedeyken, önünden beyaz bir güvercin uçarak geçer. Ulu Hakan Abdülhamid Han salavat getirir, eline tesbihini alır...
...
Sanırsınız bunu anlatan Abdülhamid'in hücre arkadaşı veya gardiyanı. Yalandan kim ölmüş?
....
Reis bir gün takasıyla, Akdeniz'e açıldı. Dev orkinoslar takadan büyük. Reis baktı, takanın bu orkinosları taşıması imkansız, her birinin ağzına verdi kancayı, takanın arkasında secdeye varır gibi kıbleyi takip ettiler. Sonrası, ver elini Japon balık gemisi. Türkiye'nin ilk deniz ürünleri ihracatını Reis yaptı. Bu solcular yok mu, kalktılar "Orkinosları Yaşatalım" kampanyası açtılar. Bunlara kalsa danaları, kuzuları da kestirmezler, bizi aç bırakırlar.
...
Uç babam, uç! Ahali öyle bir hale getirildi ki; yalanın, uydurmanın, çarpıtmanın akıllara durgunluk veren örnekleri içinde, gerçeği ortaya çıkarmanın artık bir yararı kalmadı. Kişisel olarak dağarcığımdaki son tepki şu:
Ne haliniz varsa görün!
Oysa hiç bir tarihte, günümüzdeki kadar çok tarihçi vitrine çıkmamıştı. Her yanımız tarihçi oldu, her yanımız da bir o kadar yalan, palavra...
Ortaokul ve lise yatılı yılları. Yatağım yatakhanenin cam kıyısında, ranzanın ikinci katında. Her sabah kalktığımda, gözümün önündeki ilk görüntü Çanakkale Boğazı, boğazdan tek tük geçen gemiler ve karşı kıyıdaki tepede "Dur Yolcu..." yazısı...
İstanbul'un işgaliyle okulu kapatılınca Ankara'ya giden, Kurtuluş Savaşı'nda önce katip ardından Anadolu Ajansı siyasi muhabiri olan edebiyatçı, öğretmen Necmettin Halil Onan'ın "Bir yolcuya" şiirinin ilk tümcesidir. Onan'ın şiirlerini okuyanlar, şu mısraları da anımsayacaktır:
Ömrüne yan kuzum, bir çift göz için
Canını o korla dağlamadınsa!
Bir güzel yüz için, bir tek söz için,
Bir tutam saç için ağlamadınsa!
1960'lı ve 1970'li yıllar. Her 18 Mart'ta, Çanakkale'nin Kurtuluşu havasında askerler, biz öğrenciler ve bir kısım halkın izlediği törenler yapılırdı. Evliyalar henüz peydahlanmamış olmalıydı. Ellerimizde bayraklar olurdu, bugünkü gibi ucuz hamasi kalabalıklar yoktu. Bırakınız hükümet olanları, Çanakkale milletvekilleri bile, eğer Ankara'da meclis oturumu yoksa, gelirler ve protokole karışırlardı. Haber ajanslarının Çanakkale muhabirleri, elbette 18 Mart tören haberlerini ajans merkezlerine geçerlerdi, ancak gazetelerde kibrit kutusu gibi, ayıp olmasın kadar yer alırdı.
O zamanlar en anımsanacak bayramlar 23 Nisan, 19 Mayıs ve 1 Temmuz idi. Çocuklar, gençler ve deniz. Anneler, babalar, dayılar, amcalar, teyzeler, halalar... Aileden çok sülalece nasıl da en güzel giysileriyle sakin, gururlu gösterileri izlerlerdi...
18 Mart 1915 Çanakkale Deniz Savaşı. İstanbul'u ele geçirmek isteyen sömürgecilerin, Nusrat mayın gemisindeki iki subayın zeka ve becerileri sayesinde kazanılan bir zaferdir. Kıyıdan atılan top mermileri ve Seyit Onbaşı'yı da unutmamak gerekir.
Peki... Nerede Nusrat mayın gemisinin kalp krizi geçirdiği halde görevde ısrar eden ve görevi bittiğininin ertesi günü kalp krizinden ölen gemi komutanı Yüzbaşı Tophaneli Hakkı'sı?
Peki... Nerede Balkan Savaşı'ndan beri düşman gemileri batıran Mayın Grup Komutanı Hafız Nazmi Bey?
Peki... Nerede Güverte Yüzbaşısı Hüseyin, Onyüzbaşı Çarkçı Ali, İkinci Çarkçı Ahmet, Üçüncü Çarkçı Yüzbaşı Hasan, Elektrik Zabiti Mülazım Hasan, Top Zabiti Mülazım Kadri Bey ve 54 mayın gemisi mürettebatı Mehmetçik?
Oysa, Çanakkale Deniz Zaferi'nin özeti budur!
Aralarında, bugün hamasi nutuk çekenlerin tuzruhu gibi gerçek tarihi asitlediği başka kimse yoktur, Mustafa Kemal de yoktur!
Sonrasında yani 6-12 Kasım 1918'de, Ege Denizi'nde bekleyen sömürgeci gemileri Çanakkale Boğazı'nı tümüyle ele geçirdiler. Ardından da İstanbul'u işgal ettiler. Toplarını Osmanlı sarayına hedeflediler. Padişah dediğin, oldu İstanbul Sömürge Valisi kuklası.
18 Mart töreninde "Neden Atatürk yok?" sorusu, en az "Çanakkale Ruhu" kadar anlamsızdır.
Yeni Osmanlıcıların palavraları yetmiyormuş gibi, bir de başımıza Cumhuriyetçi palavracılar peydahlandı. Bu kadarı fazla!
Taşları gerçek yerlerine koyarsak, geçmişimizi doğru kavrayabiliriz.
Osmanlı ordusu Alman generali Sanders komutasında. Gelibolu Yarımadası'ndaki Çanakkale Kara Savaşları'nı o yönetiyor. Asi ruhlu Osmanlı subayı Mustafa Kemal ise cepheye uzakta, yedek kuvvetlerde görevli. Gelibolu Yarımadası'nda maç bitmek üzere, uzatma dakikalarında dahil oluyor. Komuta kademesi istediği için değil, o istediği ve "ne halt edecek ki, bırakalım o da girsin" anlayışıyla cepheye katılmasına ses çıkarılmıyor. Mustafa Kemal'in göğüs göğüse çatışmalar, kan gölü içinde yürüttüğü bir savaş ve uzatma anlarında kazandığı mucizevi bir cephe zaferi.
Osmanlı subayı Mustafa Kemal ve arkadaşları, kentten kıra doğru değil, kırdan kente doğru bir Kurtuluş Savaşı'nın yapılabileceği gerçeğini, İstanbul teslim olduktan sonra kavrıyorlar. 19 Mayıs 1919'u üreten, Gelibolu'da cephede kazanılıp, Mondros'ta masada peşkeş çekilenin öğrettiği büyük bir derstir.
Bugün yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti; masalların, rüyaların, yalanların, palavraların ürünü değil; tam da tersi, sıfırdan ve yeniden üretilen gerçeklerin ürünüdür.
Geçmişin gerçeklerini yalanlarla örtenler, bugünü yalanlarla yaşar; üreteceklerini iddia ettikleri gelecek de yalan kere yalan olur.
Gerçeklerden korkmayın. Türk ulusunun, Kurtuluş Savaşı boyunca utanacağı bir geçmiş gerçeği yoktur.
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.