Konuşmak, insanlar arası iletişim yöntemlerinden biri. Herkes bildiği kadarıyla konuşur. Konuşanın konuştuğu konuyla ilgili bilgi düzeyi, aynı şeyleri tekrarlamaya başlamasıyla ortaya çıkar. Sürekli öğrenenler, sürekli yeni şeyler söyleyebilirler, çünkü konuşmacının söylediklerinin içeriği kadar sözcük zenginliği edinmiş olması da gerekir. Bu nedenle "çok konuşan boş konuşur" gibi bir genelleme, söyleyecek sözü olmayanların kendini tatminden başka bir anlam taşımaz.
Siyaset, iş dünyası, sivil toplum, akademik veya sanatsal ortamlar vs. her alanda, kitleler karşısında konuşmak durumunda olanlar vardır. Konuşmacı eğer kendi dışında bir kesimi de temsil ediyorsa, o konuşmaya katkı verenlerin bulunması kaçınılmazdır. Sorumlu insanların konuştukları bağlayıcı olur, zaman ve mekanından koparılabilir, çarpıtılabilir, haklı veya haksız tepkiler alır. Söylenmesi gerekenleri en doğru, en az riskli ve en etkili ifade etmektir, asıl olan.
Dilimize "çaçaron" kavramını taşıyan Marcus Tullius Çiçero, tarihin en ünlü hatibidir, ama Roma'da milattan önce 50-100 yıl arasında yaşamıştır. Filozoftur, devlet adamıdır vs. vs. dir. Aynı dönemin Roma Diktatörü Jül Sezar da tarihin en ünlü hatiplerinden sayılır. O da yalnızca bir asker değil, siyaset adamıdır, dönemin en eğitimli bir kaç kişisinden biridir.
Günümüz teknolojisi prompter denilen cam konuşma levhalarını üretti. Konuşma metni hazırlanıyor, kürsünün sağına soluna ve hatta önüne bu levhalar konuyor, konuşma orada akıyor. Konuşmacı da kürsüde bir sağa, bir sola bakarak hem karşısındaki kitleyle göz temasını sürdürüyor ve hem de kusursuz konuşma şansını elde ediyor.
Bizde bilinen en ünlü hatip Süleyman Demirel'dir. Ne sorarsanız sorun, söylemeye hazırlandığı ne ise onu söylerdi ve çok sıkıştırdığınızda "mesele bundan ibarettir" diyerek noktayı koyma hakkını kullanırdı. Meslek yaşamımda öyle her soruya verilecek yanıtı olan bir hatip ne dinledim, ne duydum, ne okudum.
Yıllardır yapılan "Vay be!... Ne konuştu ama..." muhabettleri, destekler alınarak hazırlanmış konuşmalardır ve sorulara da kapalıdırlar.
Erdoğan gibi Türkiye ortalamasının altında eğitime sahip, çocuk kitabı bile okuyup okumadığı kuşkulu, bilgi ve sözcük yoksunu bir kişinden nasıl "hatip" diye söz edildiğini; herhalde artık anlmaya başlıyorsunuzdur. Yıllardır yazar ve söylerim, Erdoğan için "hatip" demek, makam ve usulüne uygun ezberlenmiş duayı okuyan imama "hatip" demekten başka bir şey değildir. Oysa hutbe, hitabet, hatiplik ezberlenmiş değil; öğrenilen, kavranan, yeniden şekillendirilen ve hatta yeniden üretilen şeyleri içtenlikle benimsediğini sergilerken, dinleyiciye de aynı içtenlikle aktarma becerisiyle ilgilidirler.
Hazırlanan metinleri cam levhalardan okuması olağan bir durumdur. Türkiye gibi büyük bir ülkeyi yöneteceksiniz, her konuda konuşmanız gerekecek... Orada doğaçlama konuşmak olanaksızdır. Dediğim gibi, hasbelkader lider durumuna getirilmiş, yaşamı boyu üç kitap okuyup okumadığı belirsiz birinden, böyle bir şey beklemek de haksızlık olur.
Diyarbakır'da bir prompter sorunu, şakıyan bülbül Erdoğan'ı dut yemiş bülbüle çeviriverdi. Belli ki okuduğu metin ile beyinsel bir bağ bile kuramamış. Konuştuğunu doğaçlama biçimde tamamlama becerisi de zaten bulunmuyor. Denediğinde kabalaşıyor, öfke kusuyor.
Bugüne dek neden rakipleri ile bir tartışma programına çıkmadığını şimdi anlıyor musunuz?
Önceden sipariş edilmiş soruları soran sözde gazetecilerle yaptığı ilkokul müsamerelerine, neden gerek duyduğunu sanıyorsunuz?
Neden bir tek gerçek gazeteci karşısına çıkıp, gerçek soruları yanıtlamaya kalkışmadı? Beceremez de onun için. Kaderini ona bağlamışlar, bu gerçeği herkesten çok iyi biliyorlar ve bu yüzden böyle bir şeye izin vermiyorlar, vermezler de...
Nitelikli, sürekli kendini geliştiren, kapsama alanı genişledikçe uzmanlardan destek alan ve bunu yapmaktan da hiç gocunmayan hiç kimse, artık siyasette liderliğe yönelmiyor. Bu tür çağdaş lider örneklerini son yıllarda iş dünyasında görüyoruz. Bir ölçüde sivil toplum kuruluşlarında da bu tür lider örnekleri var.
Siyasette bugün için bir Meral Akşener örneği var. Siyaset yapmak için yeterli bilgi ve deneyimi var, bunu tartışmak yanlış olur. Yine de iyi bir hatip demek pek doğru değil. Akşener'in destek aldığı çok açık ve doğrusunu da yapıyor. Kadın olmanın avantajıyla, konuşma düzeyini de hiç aşağıya düşürmüyor.
Muharem İnce'yi prompterci olmadığı, doğaçlamacı olduğu için ayrı bir yere koymak gerekiyor. Cumhurbaşkanı seçim kampanyasına başladığı ilk gün fanatik taraftarlarına şöyle demiştim:
"Onbeş günde sözcük sermayesi biter, sonra gelsin o bunu dedi, ben de ona şunu diyorum kahvehane muhabbeti..."
Önceki gün gördüm ki, yanılmamışım. Çıkmış kürsüye, kürsünün yanına koymuş bir ekran. Prompteri bozulan Erdoğan'ın görüntüsünü paylaşıyor. Kendi kürsüsünü rakibi ile paylaşan bir gösteri adamı kıvamı var. "O camdan konuşur, ben candan" diyor İnce.
Türkiye'yi yönetmeye talip olan bir kişi, elbette candan konuşmalı da, camsız konuşmanın bedelini yarın yalnız sen değil, bütün ülke öder. Onu ne yapacağız?
İkibin yıl sonra Çiçero gelse ve çıksa kürsüye... Kalabalıktan bir yurttaş seslense...
-Seni aday diye kim önüme getirdi?
Çaçaronluk işte orada, prompter gibi çöker!
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.