Genel Ahlak diye bir şey hiç olmadı




Dinlerin doğuşundan önce, insan topluluklarının gelenekler oluşturma sürecinde ortaya çıkan ahlak kavramı; herkesi kapsayan bir Genel Ahlak Kuralları olarak, hiç bir tarihte benimsenmemiştir.
Genel Ahlak, toplumsal gücü elde edeninin, kendi egemenliğindeki topluma dayattığı, kendi koyduğu kurallar bütünüdür. Güç sahipleri kendi doğrularını, kendi yanlışlarını üretmiş, bunların ucuna cezalar ve ödüller iliştirmiştir. Tıpkı günümümüzün yasaları gibi...
İnek, koyun gibi hayvanların "kurban" yüceliği ile kesilip yendiği, köpeğin ise ayağı ezilse kıyamet koparıldığı bir genel ahlak kuralı; bana akıl dışı geliyor, acaba size de garip gelmiyor mu? İkisi de hayvan ama kendimize oyuncak ettiklerimizle, protein sağladıklarımızı ahlaki kategorilere ayırmışız...
Civcivlerin ömrünü 42 güne indirmek ve o 42 günü de kafes içinde geçirterek ardından piliç diye en Uğur Dündarvari yiyecek ilan etmek ahlak oluyor. Belediyelerin köpek barınaklarındaki bakımsızlık görüntüleri ise ahlaksızlık. Sizce bir tuhaflık yok mu bu ahlak anlayışında. Hani çeltik tarlasında yabancı ot çıkmasın diye toprağa dünyanın zehirini boca ederken, kalkıp "sanayi doğayı kirletiyor" diyerek ahlak üreteceksin. Tuhaflıklar ötesi bir durum.
Siyaset yazmamaya özen göstermeye çalışıyorum, ancak 24 Haziran 2018 sonrası CHP'deki ahlak tablosu; genel ahlakla ilgili değerlendirmelere çarpıcı bir örneği oluşturuyor.. "Sen başaramadın, koltuğu bana devret" siyasal ahlaksızlığını ahlak diye savunanlara bakınca kelebe beygirine dönüştürülmüş partizan müritlerle demokrasi üretilemeyeceğini görüyor insan.
Kılıçdaroğlu 1999'da DSP'den vekil olmak istedi, ancak listeye alınmadı, 2002'de ise CHP İstanbul Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. 2009'da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı oldu ve yüzde 36,80 oy oranı ile CHP rekoru kırdı, ancak seçilemedi. 2010 yılından bu yana da delegelerin ezici çoğunluğuyla CHP Genel Başkanı. Özetle 1999 - 2019 arası 20 yıllık süreçte, kendi vekilliği dışında kazandığı tek seçim yok.
Muharrem İnce de TBMM'ye Kılıçdaroğlu gibi 2002 seçimlerinde girdi. İlk dönem silikti, ancak abilerinin sözünden çıkmadığı için, 2007'de Yalova'dan liste başı yapıldı. Başörtüsü yasalaşırken "başörtülü de, başörtüsüz de bizim bacımızdır" şeklindeki konuşması onu ünlü bir politikacı haline getirdi. İnce de Kılıçdaroğlu gibi siyasette yeni bir aktör değil, aynı dönem başarısızlıkların ortağı. Yirmi yıldır anamuhalefet partisinin seçilmiş vekili, tepe yöneticilerinden olacaksın ve heybende iktidar değiştirecek bir şeyler var da, onları kullanmayacaksın. Üye, delege, parti içi demokras umurunda değil, liderden koltuğu sana devretmesini isteyeceksin. Şehzade mübarek ve işte burası da genel ahlak konusu.
Ahlak felsefesine tarih boyunca kafa yoranların ulaştıkları teorik duraklar, bu çıplak gerçeği gösterir. Kimi "zevk veren kural doğru, acı veren kural yanlıştır"; kimi "yarar sağlayan kural doğru, sağlamayan yanlıştır" demişler ve bu duraklarda genel ahlak otobüsünden inmişlerdir.
Ahlak bencil bir şeydir. Bencil olan şeyin herkesi mutlu etmesi de beklenemez. Küçük kız çocuklarıyla imam nikahı ile evlenen erkeklerle, o küçük kızları aynı ahlakın sahipleri diye göstermek akıl dışıdır.
Herkesi bağlayan bir ahlak olmadığına göre, anarşist veya nihilistler gibi davranmak, durumu kurtarır mı? Hayır! Bu tür yaklaşımlar sanılanın aksine toz pempe yaklaşımlardır. "İnsanları kurallarla zorlamayın" demek, zaten var olan kuralları görmezden gelerek, sorundan sıvışmaktır. Dedin de ne oldu? Varsayalım kurallar konmadı, yaptırımları da olmadı... Gücü gücü yetene sürmez mi?...
1 gazete = 38 gazete
1990'lı yıllar. Salt magazin haberleri yayınlayan düşük fiyatlı az sayfalı bir gazete yanılmıyorsam 1 milyon 700 bin satış sınırına dayanıyor. O dönemin koşulları, olabilir. Kişisel fantezilerini iç gıcıklayıcı öykülere dönüştüren editörler, yabancı yayınlardan apardıkları göz alıcı hatunların görüntüleri ile bezeyince... Düşünsenize. Kumsalda yılların eskitemediği bir ünlü şarkıcı, magazin gazetesi muhabiri elinde büyüteç teni üzerinde gezindiriyor. Haberin başlığı da "Vay canına hiç kırışıklık yok" gibi bir şey... Şimdiki gibi değil. Köyden indim şehire dönemi, Ruslara enişte olma mevsimi...
Türkiye'de o tarihlerde günlük bir siyasi gazete ise 1,5 milyon tirajı aşıyor. Bu çorbada tuzu olanlardanım. O yıllarda kim ne derse desin okur mutlu, reklamveren mutlu, patron mutlu, yayın yönetmeni mutlu, gazeteciler, muhabirler ve diğer çalışanlar mutlu... Yıllarca üç kuruşluk ücretlerle sürünerek gazetecilik yapmış eski nesil alaylı gazeteci abilerimizin kimi gıpta ile bakıyor, kimi kıskanıyor, küçümsüyor, aşağılıyor... Yanlış anlaşılmasın. Bu arada mesleğin ağaları yine boğazda yalı muhabbetindeler. İstanbul medyası yalısız, köşksüz, saraysız hiç olmadı ki...
O yıllardaki bizim o 1 gazetenin tirajına, bugün yayınlanan 38 gazete topluca ulaşamıyor. Oysa o yıllarda 55 milyon dolayında nüfusumuz var ve toplum hala köylü. Birkaç büyük kentte üniversitemiz var. Şimdiki gibi 80 küsur milyon kentleşmiş nüfus, 8 milyona ulaşan üniversiteli öğrenci ve akademisyen sayısı yok. Bir de akıllı telefonlar, arama motorları ve sosyal medya henüz çıkmamış, herkes her konuda uzman da değil. Neyse ki bir "yalaka medya" üretildi ve ahlaklı toplumu sürdürmeyi başardık. Haber bir üründü ve iktisadi olarak bir değeri vardı. Gazetecilik diye bir meslek olması bu nedenleydi. Artık yok, çünkü ürünü bedava olan bir meslek, nasıl olsun? Siz hiç "mesleğim ahlak" diyen duydunuz mu?
Dostlar seçerken nelere dikkat edilir?
Dostlar seçmede beceriksizim veya dostluk edebileceğim insanlar henüz tanışmadan beni kendi atmosferleri dışına ittiler. Biga'ya dönerken, bu yüzden yalnızlığı önceliğime almıştım.
Gelişkin insan, sonsuz sayıda ilgi alanına sahip olabilir. Karşıdaki insan ise bunların ancak baskın görünenlerinin farkına varabilir. Siyaset kendi isteğimle ilgilendiğim bir alan değil, meslek gereği derinliğine bilgi ve deneyim sahibi olmak zorundaydım. Muhatap olduğum çoğunluğun beni siyasal bir kimlik gibi algılaması, uzun yıllar eğlenceli geliyordu. Yaşamla ölüm arasında gidip geldiğim şu son iki ayda gördüm ki, hiç de eğlenceli değilmiş.
Akrabalarımı bir yana bırakırsam (bu bağın hala çok ağırlıklı olduğunu yaşadım), bu süreçte "geçmiş olsun" diye arayanların arasında -bir iki istisna hariç- benimle aynı siyasal görüşte görünen sürekli iletişim halinde bulunduğum neredeyse kimse olmadı. Aralarında bugünkü siyasal, sosyal ve hatta ekonomik statülerine ulaşmalarına katkı verdiklerim var ve bu da eğlenceli bir durum değil. Sırf mesleğimi gereğince yapmak adına eleştirdiklerim, karşıt göründüklerim ve belki de gelecek planlarını etkilediklerimin "geçmiş olsun" aramaları yanında, bir de "yapabileceğim bir şey var mı?" diye sormaları... Benim için sürpriz onlardı. Onlara ne diyebilirim ki?... Aileden gelen bir "kan tüküreceksin, kızılcık şerbeti içtim diyeceksin" kırmızı çizgim var ve yaşamım boyu kimseden kendim için bir şey istemeyi beceremem. 
Dostlarınızı, sizinle aynı siyasal düşüncedeymiş rolü kesenler arasından seçmemeye özen gösterin. İşlerine yaramadığınızı düşündükleri anda, onlar için kullanım süreniz dolmuştur. Onlar için elbette... Oysa... 


İlgili Etiketler

İlgili etiket bulunamamıştır.


Okuyucu Yorumları

Günlük Koronavirüs Tablosu