ABD Doları'nın 5 Lira'nın, Euro'nun ise 6 Türk Lirası'nın üzerine çıkması, -2018 yılı öngörülerimde yazdığım gibi- gerek Türk ekonomisinin ve gerekse küresel ekonominin gidişi açısından sürpriz olaylar değil. Bu elbette çok ciddi bir sorun, ancak siyasal ve toplumsal spekülasyon sorunu haline getirmenin de kimseye bir yararı yok.
Askeri, siyasal küresel patron ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasından başlayarak kendi ülke coğrafyasını ikinci plana atmıştı. Günümüzde milyonların sokakta uyuduğu, sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamadığı, altyapısı köhnemiş, bazı kentleri terkedilmiş hale gelen, siyasetten beklentisi kalmamış seçmenin sandıklara gitmediği bir federal devlet. Böyle bir ülkede sandığa giden azınlığın Trump'ı "Başkan" seçmesi olağan bir durum. Trump köhnemiş ülkesine sanayi yatırımlarını çekecek, altyapı ve üstyapı inşaatları yapılmasına yönelik ekonomik politikayı savunuyordu ve şimdi onu uyguluyor.
İran'a ambargo, Çin'e yüksek gümrük, Ortadoğu'ya kaos, Avrupa'ya "bana ayak bağı olma kendini kurtar" tavrı, Rusya'ya rol keser gibi romantik aşk mektupları, Trump'ın spekülatif işadamı kişiliğinin bir ürünü mü sanılıyor yoksa? Bu düpedüz saflık olur. Yaşananlar planlanmış bir ekonomik politika stratejisi ve onun önünü açmaya yönelik taktiklerdir.
Türkiye Çin'e borçlanan bir ülke, Çin ile dış ticaret açığı rekora koşan bir ülke. Benzeri ilişki Rusya ve İran ile de yaşanıyor. Avrupa ve ABD ile ticari ilişkilerde ise avantajlı bile sayılabiliriz. ABD; Çin ve İran ile uğraşırken, Ortadoğu'yu kaos içinde tutmak isterken, Türk Lirası'nın değer yitirmesi beklenen bir durumdur. Ekonomiyi yönetenler bu manzarayı benden daha ayrıntılı verilerle görüyorlar. Gördüklerine göre de politika belirliyorlar. Belirledikleri "dövizden önce faiz ve enflasyonu kontrol" tavrı ilk bakışta doğru görünüyor. Becerebilecekler mi, göreceğiz.
Döviz artışı herkesi yoksullaştırmıyor, aksine maliyetlerinde yerlilik oranı yüksek ihracat yapan firmaların rekor karlar elde etmesine de neden oluyor. Örneğin demir çelik sektörü, örneğin gıda sektörü... Oysa faizler ve enflasyon toplumun tüm kesimlerini olumsuz etkiliyor.
Elbette 500 milyar dolara ulaşan dış borcu bulunan bir ülkede döviz fiyatlarındaki artış, faizleri azdırır, enflasyonu da yukarı iter. Borcun çoğu şirketlerin, bankaların da; T.C. Hazine'si "Bu benim borcum değil" diyemez. Yurt içinde uygulanan ekonomik politika bu nedenle uzun vadeli doğru planlanmalıydı. Hizmet, ticaret ana sektörleri ağırlıklı, devlet kapısı istihdamlı ve borçlanarak refah arayan tüketici üretmek yerine; tasarruf eden üretken - girişimci bir toplum üretmeye yönelik planlanmalıydı. Bugün her tür spekülasyona açık ve kahredici sonuçların gerekçesi ne ABD'dir, ne Çin'dir, ne İran'dır. Sorumluluk oranları birbirinden farklı da olsa, son 70 yılın tüm hükümetleri ve tüm muhalefetleridir. Çok partili sisteme geçişi kavrayamayan, demokrasinin ne olduğunu anlamamakta direnen, bilim denilince yalnızca elindeki akıllı teknolojik cihazları anlayan seçmenlerdir.
Bu gidişe bakarak, "Türkiye kaybediyor" mu diyeceğiz?
Türkiye 1950'den bugüne hep Kaybedenler Kulübü üyesidir ve günümüzdekilerini de umursamayacaktır. O kadar sık seçimler yapılıyor ki, seçmenin mutluluğu sandıklara açıkça yansıyor. Hani "her şeye muhalif" diye ötekileştiren benim gibiler var ya, yazdıklarımızı okuyun ve hafızanızın bir kıyısında bulunsun, yeter. Biz Çarşamba yazsak da Perşembe'yi anlatmaya çalışanlarız. Bu güzel ve zengin coğrafya böylesine günübirlik yaşayan bir halka, daha ne kadar katlanır oralara bakmak gerekiyor.
Şimdilik diyeceğim şu: Daha bir 20 yıl ve 1 trilyon ABD Dolar'ı dış borcu bu ülke sindirir, sonrasını bilemem.
Eşref-i Mahlukat bir dostu yitirdim
Yaratılanların en şereflisi anlamına gelen "Eşref-i Mahlukat" kavramına herkesi kendi meşrebince bir yorum getiriyor. Ben "tanıdığım en değerli insanlardan biri" anlamında kullanıyorum.
Eşref Temiz; onaltı yıldır tanıdığım, anason kokusu alerjim nedeniyle içim sızlayarak kaçındığım akşamcı sohbetlerinden yeterince yararlanamadığım hemşehrim. Önce insan, sonra eleştiriye açık ve hoşgörülü, sonra batılı ve elbette Bosna'lı, sonra Türkiye Cumhuriyeti aşığı, sonra işadamı ve sonra da Biga Ticaret ve Sanayi Odası'nın önceki dönem Meclis Başkanı. Hastalığı uzun süredir vardı, tedavisi nedeniyle son iki yıldır Çanakkale merkez ilçede geceliyor, sık sık Biga'ya dönüyordu.
Benim için özel bir insandı. Doğduğum topraklarla 40 yıl sonra yeniden tanışırken olağan biçimde ortaya çıkan çatışmalarımda, görüşlerini aldığım ve beni hiç yanıltmayan "Eşref Baba" idi. Onu özleyeceğim. Toprağı bol olsun, ışıklar içinde yatsın.
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.