Git Yaşa..!




On gün hiç yemek yemiyor, tuvalete gitmiyorsunuz. İçinizden gelmiyor.  Hastanelere uzak duran, sağlıkla ilgili cahil denecek düzeyde birisiniz. Yakınınızdaki bir uzman hekim, bunları bir süre önce fark ediyor "Abi gel seni bir kontroldan geçirelim" diyor. Bedeninizde bir şeylerin artık çok ters gittiğini hissederek, aklınıza ilk o geliyor. Randevu alıyor, gidiyorsunuz, incelemeler vs. günün sonunda "Abi, sabahı bile bekleme, sindirim sistemin kapanmış, durumun çok tehlikeli. Bir an önce hoca düzeyinde cerrahların bulunduğu bir hastaneye gitmelisin" diyor. İşte o andan sonra ölmüş müsünüz, yoksa yaşıyor musunuz hiçbir farkı kalmıyor.
Üç ay önceki durumum benim özetleyebildiğimce böyle.
Onbeş yıldır coğrafyamı değiştirmiş, seçkin ortamlardan özlem duyduğum taşra ortamına dönmüşüm. Ben onları tanısam, artık oradakiler beni tanımaz. Erol abi (Çevikçe) aklıma geliyor, telefonla arıyorum. "Hemen gelsin diyecek, sen iyisi mi yola çık, ben arıyorum" diyor. Yola çıkmak üzereyken de geri dönüş yapıyor ve "sabah seni bekliyor" diyor...
Biga - Ankara arasında bedenim mi otomobili sürdü, yoksa ruhum mu bilmiyorum. Zaten gerçek yaşamda mı, öteki yaşamda mıyım onun da bilincinde değilim. Sabah hastanedeki girişi katında yer alan ofisinin kapısındayım, saat 07:00.
Sırat Köprüsü'nü geçmiş, beyaz beyaz giyinmiş meleklerin yargılama yerinde falan olmalıyım. İşaret parmağı ile ve çok kısa konuşan bir adam geliyor. Tanıyorum, hepimiz tanıyoruz, dünya tanıyor. Gülümsüyor, gözleri beni izliyor ve nasıl görüyorsa yanda kendi gibi beyaz giysili bir meleğe "Hemen aşağıya indirin, şu şu sonuçları görmek istiyorum" diyor. Melekler beni alıyor, analizler, cihazlar, tahliller... Öğlen olmadan içimi dışımı bilgisayarlarına kaydediyorlar.
Üç ay cerrahi operasyonlar, kemoterapiler, nükleer tıp uygulamaları, damardan beslenmeler... Cennete gitmeden önce Cehennem ızdırabından tatmak da olabilir, yaşamanın ne kadar değerli olduğunu insana altmış yaşından sonra öğreten cerrahlarla karşılaşmak olabilir. Hayal veya gerçek birbirine o denli benziyor ki, hangisi olduğunun artık önemi yok.
Üç ay boyunca sabahın köründe, gündüz, gecenin bir yarısı kontrola gelen Başmelek ile iletişimim, her defasında hatırımı sorması, benim acılar içinde olmama karşın büyülenmiş gibi "iyiyim" demem ve "acaba neler anlatıyor" diye gözlerinden çok işaret parmağına bakmamdan ibaret. Geçen hafta boyunca hazırlandım ve cerrahi operasyonların bittiğini öğrenince kısa ve öz sordum:
 
"Ne durumdayım? Nereye gidiyorum?"
Başmelek, aynı kısa ve netlikte  bana "Git Yaşa..!" dedi.
Önce bu dünyada olduğuma kanaat getirdim, ardından bugüne dek okuduğum, duyduğum "Kanseri yendim" şeklindeki hasta palavralarına gülümsedim. Her gün kimbilir kaç ölümcül hasta "köprüden önceki son çıkış" olan bu hastanede, bu melekler tarafından, yeniden yaşama tutunduruluyor. Hastanın yaptığı şeylerin nasıl abartıldığının, iki dünya arasında gidip gelen veya aradaki ince çizgide üç ay gezinen biri olarak en içten tanığıydım, artık. Yok öyle meleklerin olağanüstü özverili başarısını hasta olarak sahiplenmek! Hastanın yaptığı tek ve en doğru şey, meleklerin dediklerine ve uygulamalarına uyum sağlamak. İki dünya arasında pek de öyle bir fark olmadığını izleyip, kendini rahatlatmak. Hepsi bu!...
Baş Melek hastanede gerçekten çekinilen ama hak ettiği aşırı saygıyı gören biri. "Hoca geliyor" fısıltısı önce, ortalığın son bir gözden geçirilmesi peşinden ve herkesin zaten çok iyi yaptığı işini daha da bir yapıyor görüntüsü ardından... Hocalar hocasının yanındaki prof, doçent, yardımcı doçent cerrahlar o denli sıradan insanlar gibi davranıyorlar ki, birinin yanağından makas almak, diğeri ile erkek erkeğe şakalaşmak için canımın gittiği anlar oldu. Hele bir Tıbbi Onkoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. var. Düşlediğim ve hatta başladığım, ama bir türlü bitiremediğim köy evimin bahçesinde onunla oturup bol biberli, hıyarlı, maydanozlu domates salatası yemek. Sonra oturup, sağlıklı hücre, kanserli hücre muhabbetini dinlemek. (Benim Celal Şengör gibi hayranlık ve saygı duyduğum bilim insanlarıyla ilgili bu tür çocukça düşlerim çoktur.) Bir insan bu denli yüksek nitelikler taşıyacak ve bu denli alçakgönüllü olacak, şaşırtıcı bir durum. İnsanların ellerindeki yeni nesil cep telefonlarına güvenerek, zır cahillikleriyle bilgiçlik tasladığı bir süreçte, yarım bekleyen köy evimin komşusu sevimli Huriye teyzenin kızı sanki...
Kişilik olarak çok şeyleri aşmışlar. Hangi dünyada olduğumun öneminin kalmadığı bir süreçte, onların her iki dünya içinde "melekler" olduğunu öğrendim.
Diyeceksiniz ki bu yer neresi? Bu melekler kimler?
Hastaneyi söylememin sakıncası yok. Başkent Üniversitesi Başkent Hastanesi.
Baş Melek'i artık yazmama bile gerek kalmadı, değil mi? Öyle yalnızca Türkiye'nin değil, uluslararası düzeyin zirvelerindeki genel cerrahi, organ nakli ve yanık tedavi vs. uzmanı Prof. Dr. Mehmet Haberal. Eşimin fotoğraf çekme fırsatı bulduğu anda orada bulunan Doç.Dr. Mahir Kırnap. O anda kimbilir hangi kentte hangi kadavra ile uğraşan, hangi ameliyatta olan ve yanımızda bulunmayan Aydıncan hoca, Ebru hoca... Öyle kapıyı çalıp içeriye girdiğiniz odada, masa başında oturan ve size dokunmadan büyücü kıvamında teşhisler koyan hekimlerden değiller. Mesaiye sabah 10:00'da gelip, 16:00'da gidenlerlerle hiçbir benzerlikleri yok. Sanki uyumaksızın hep çalışıyorlar ve aşkla çalışıyorlar. 
Servislerdeki ve her gün neredeyse düzenli dolaştırıldığım birimlerdeki intörnler, hemşireler, teknisyenler, hastabakıcılar... Hastanelere bakışımı değiştirenler. İlk anlarda sanki canlarından bir parçaymışım gibi davranmalarına "bu gerçek olmaz" desem de, hatta küçük hasta kaprisleri üretsem de zamanla öğreniyorum ki; öteki dünyada değil, bu dünyadaymışım. Hem de Türkiye'de.
Bundan sonra onbeş günde bir, Tıbbi Onkoloji AnaBilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Özden Altundağ hoca gözetiminde kemoterapi almayı sürdüreceğim.
Bana iki dünya arasında yolculuk yapma kapısını açanlar ise, Biga Devlet Hastanesi Üroloji Uzmanı Ahmet Zeren ile Biga Can Hastanesi Genel Cerrahı Uğur Doğru.
Bir de eşim var. Ona ayıp ettiğimi biliyorum. Kadınlar neden refakatçi oldukları durumlarda hep teferruatmış gibi sunulur? Ben bile "bir de"" diye yazdım. Sonra utandım, silmeye kalktım. Ardından içtenliğim anlaşılsın diye bıraktım.
Benim can bir eşim var! Bir anlamda Tanrım da o!


İlgili Etiketler

İlgili etiket bulunamamıştır.


Okuyucu Yorumları

Günlük Koronavirüs Tablosu