Önceki yazımda, ithal kağıt ve baskı girdileri nedeniyle basılı yayınların rekor fiyatlara koştuğunu anlatırken, "gelecek hafta mitoloji yazacağım" demiştim. İnternet ortamındaki klasik yayınları bile okumayan bir nesil oluşuyor. Yeni nesil sosyal medyada da yalnızca görsellerle kendini ifade ediyor. Yontma Taş Devri'nin mağara duvarı çizimlerine doğru yola çıktığımız imasıyla, İlyada destanından söz edeceğim.
Destanlar yazının bulunuşundan önce üretilen sözlü kültür ürünleridir ve şiirin de atasıdır. Destanlarda neyin düş ve neyin gerçek olduğunu bilemezsiniz. Heinrich Schliemann gibi destanın peşine düşerseniz Troia gibi bir gerçeği de bulabilirsiniz.
Schliemann 1822'de Almanya'da, Mecklenburg kasabasında doğar ve her çocuk gibi destanlar ve masallarla büyür. Homeros'un İlyada isimli destanına takılır, büyüyünce peşine düşer ve eliyle koymuş gibi Çanakkale'de Troia kentinin yerini bulur.
Her ne kadar Homeros tarif etmiş ve Schliemann bulmuş dense de, ortada bir Homeros var mı yok mu orası meçhul. Sözlü kültür ürünü destanların çekirdeğinin bir ilk sahibi mutlaka vardır; ancak dinleyiciler destanı anlatana odaklandığı için, destanı kimin ürettiği değil kimin ne kadar etkileyici anlattığı önem kazanır. Örneğin benim çocukluğumdaki Cevriye ninem, kitaplardan okuduğum ve diğer büyüklerden dinlediğim binbir gece masallarını öyle güzel anlatırdı ki, o masallar benim için Cevriye Nine masalları olurdu.
Destan tıpkı masallar gibi kulaktan dolma öğrenilen bir edebiyat ürünü olunca, her duyan ve onu başkalarına anlatmaya kalkan eklemeler yapar, değiştirir ve hatta unuttuğu bölümleri çıkarır. Destanlar tarih boyunca değişe değişe olgunlaşırlar. Yazının icadından 2.500 yıl sonra İlyada yazıya geçirilmiş. Oysa Troia, Troas adıyla kendi ABC'si olan Hititler tarafından ilk kez yerleşim yeri yapılmıştır. Anadolu, Mısır, Mezopotamya yazıyı bilirken, demek ki Avrupa M.Ö. 3.500 - 3.000 yıllarında henüz yazıdan habersiz, ama savaşçı mı savaşçı.
Destanlara özgü bir tür şiir kalıplarına sahip İlyada destanı Homeros'un kabul edilir. Böyle bir Homeros var mı, bizim Kavuklu gibi her İlyada Destanı'ı okuyan kendine Homeros mu dedi, yoksa yaşandığı dönemden çok sonra Milattan Önce 7.-8. yüzyıllarda yazıya geçiren mi; belli değil. İlyada'yı eski Yunanca'dan günümüz Türkçe'sine çeviren ve çevirirken A.Kadir'in şiirsel desteğini alan Azra Erhat da Homeros ve İlyada Destanı'na bu yönüyle dikkat çekiyor.
Her ne kadar elimdeki Türkiye İş Bankası Yayınları'nın 5. baskısı olsa da, İlyada benim doğduğum yıl yani 1957 yılında ilk kez Türkçe kitap olarak basılıyor. Ardından İş Bankası Kültür Yayınları, Sander Yayınları, Can Yayınları basıyor. Benim ilk okuduğum Çanakkale Halk Kütüphanesi dadanıklığım dönemindeki 1967 basımı yine Azra Erhat çevirisiydi. Şu anda ikinci kez okuma gereği duyduğumdan sanki daha eksikti.
Türkiye'de kitap satış rakamları ile kitap okur rakamları bire bir örtüşmez. İlyada gibi eserler alınır ancak okunmaz. İddia ediyorum, Çanakkale'de bu yıl kutlanan Troia Yılı nedeniyle ön plana çıkan isimler ve organizasyon bütçesinden ceplerini dolduranların hiçbiri İlyada'yı oturup özenle okumamıştır.
İlyada, Anadolulu destancıların Yunanlılar'a gösterilerde anlattıkları bir destan olunca, barbar Akhalar'ı kahraman, yiğit olarak sunar. Korku dağları delmektedir çünkü... İlyada destanının en can alıcı noktası, Anadolulu Troialıları uygar olarak sunmasıdır. Tıpkı açıkça diyemeyip, mizaha başvurmak, resmini çizemeyip kaligrafi yapmak gibi...
Kişisel olarak algıladığım şu: Barbarlar başa bela olmasın diye övülür, uygarlar kendi çağlarında ötekileştirildikleri için gelecek nesillerin saygıyla anmasına bırakılır. Düşünsenize, 1968 ve 1978 kuşaklarını silindir gibi ezenler halkın ne büyük övgülerini almışlardı, şimdilerde adını anan bir grup insan bile nefretle anıyor; ama o kuşakların gençleri adeta moda ikonlarına dönüştürülüyorlar.
İlyada, destanı Troia'yı, gerçekte çok küçük bir savaş bölümünü anlatır. İlyada destanında örneğin Tahta At yok, Paris'in Akhilleus'u tandonundan (aşil tandon) vurması yok. Yine Homeros eseri sayılan Odysseus destanında yalap şalap geçiyor, yüz yıl sonraki söylencelerde bir bakıma şekilleniyor. Yine de ortada dişe dokunur bir arkeolojik bulgu, bilimsel sayılabilecek bir belge yok.
Destan bu işte.. Okudukça insanın kafasında sorular oluşuyor. Her işin arkasında Olimpos'un tanrıları var, her şeyin egemeni Yunan site devletlerinin kralları, hepsinin imparator saydığı Agamemnon var; ama küçük bir Akha kralı Akhilleus olmasa, Troia destanı da olmayacak gibi... Akhilleus, karısını Agamemnon elinden aldı diye önce savaşmak istemez, çadırında pasif eylem yapar ve Troia da fethedilemez. Ne zaman devreye Tanrılar Tanrısı Zeus girer, Akhilleus bir şekilde ikna edilir. İlyada destanı acaba barbarların ahlaktan yoksun olduğunu da mı anlatmaktadır?
Kafama takılan birbirine bağlı iki soru daha var: Barbar Akhalar, kahraman Akhilleus, Agamemnon, Zeus, Athena, Apollon, Thetis... Birincisi, kadınların sebep gösterilmediği bir savaş olmuş mudur acaba?... İkincisi ise İlyada, Troia'yı anlatırken Batı'yı barbar, Doğu'yu uygar gösteriyor, bu denge acaba ne zaman tersine döndü?..
Başlıkta da dediğim gibi İlyada ve hatta Odysseia olmadan Troia olmaz. Madem Troia bir Çanakkale vizyonu, savaş kışkırtıcısı Hektor ise heykeli dikilesice biri, varın bu destanları kitaplık süsü yapmak yerine, oturup okuyun. Bakarsınız karşınıza barışın kenti değil; savaşın, entrikanın, talanın ve adına barış denen yenilgi sonrası teslimiyetin kenti çıkıvermiştir.
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.