Kişsel gibi görünebilir, ama hiç öyle değil.
Genç bir insan olsam, gelecek beklesem... Toplum içinde sevilmek, önemsenmek, değer görmek cazip olabilirdi. Hoş aslında gençken de bana bu tür şeyler çekici gelmiyordu. Değerli bulduklarım emek, bilgi, deneyim, ahlak, utanma duygusunun yüze yansıması, işe yarama gibi elle tutulmayan şeylerdi.
Bir yönüyle çok şanslı, bir yönüyle çok şanssızım. Son 50 yılda Türkiye'nin yaşadığı en önemli sorunların, olayların bir şekilde merkezine yakın yerlerdeki tanıklardan biriyim. Kimi fail oldum, kimi eleştirici, kimi çözüm üretici. Bütün bunların bedellerine de dibine kadar katlandım. Sınırlı sayıda insan, tek tek yaşadıklarıma tanıklık etti, "ben iyi tanırım" diyen kardeşlerim dahil hiç kimse, yaşadıklarımın tümünü duymadı bile. Bir çoğu bilinsin istemedim, çünkü insanın az sayıda dostları oluyor ve onlara egosu şişkin biri gibi görünmemeye çalışıyorum. Herkes bir parçasını bilsin, bulmacayı ben öldükten sonra, -eğer akıllarına gelirsem- sohbetleri sırasında birleştirsinler.
Metropol kentler içinde kaybolabilirsiniz, kendinizi unutturabilirsiniz, uyum sağlayacak bir yol bulabilirsiniz... Biga gibi herkesin birbirini tanıdığını sandığı doğduğunuz bir yere dönünce, saklanamazsınız. İlk tokadı da mahalle muhtarından yersiniz. Bir biçimde benimle ilgili suni bir algı şırınga edilmiş veya aile büyüklerime geçmişten gelen bir tepkisi olmalıydı. İkametgahımı Karabiga'ya taşımak için, İstanbul'daki muhtardan aldığım nakil belgelerini kendisine verdim. Aradan aylar geçti, muhtar aylarca elinde tuttuğu belgeler için, "işlemlerinizi yapmayı unuttum" gibi akıl almaz bir gerekçeyle işlemi yapmadığını söyledi. Bizzat muhtarlığa giderek yaptığım İkametgah değişikliği, beni "tehlikeli hedef" gören mahalle muhtarının küçük hesaplarına kurban gitmişti.
Dışınızdaki bazı odaklar, sizinle ilgili hızla algı tezgahlar. Gerçekte hiç tanımadıkları bir insan hakkında, yalan olan algıyı nasıl ürettiklerine takılı değilim. Kalabalık bir kitle, böyle bir sahtekarlığı nasıl yalayıp yutuyor, uzun süredir buna şaşıyorum.
Önceleri saf saf "ben öyle birisi değilim, hiç de olmadım" şeklinde doğrulama çabasına girdim. Baktım çabam boşunadır, bazı akrabalarım bile bu tezgahın bir parçası haline getirilmiştir; yöntem değiştirdim. Dedim ki; "madem öyle, onlarla aynı dilden konuşayım." Meslek gereği çok iyi bildiğim ama hiç kullanmadığım yozlaşmış onların dilini kullanmaya alışmak, hiç kolay olmadı. Bu kez en yakınlarım, bu yeni üslubuma tepki gösterdiler.
Ok yaydan çıkmıştır. Aynı tepkiyi en yakınlarımdan gördüğümde, onların "Haklısın ama..." diye başlayan sakinleştirme çabalarını, artık içtenlikli bulmuyorum. Kişiliğime yönelik saldırılar sırasında bir elin parmakları kadar insan bile "Ne oluyor ulan!" demedi. Olağanüstü koşullarda bile onurumdan fire vermemişken, ölmeye geldiğim doğduğum topraklarda bir takım ahlaksızlar beni "tehlikeli hedef" bellemişler, dert değil! Benim başlatmadığım bir kavgayı, kendim için eğlenceye çevirebilecek beceriye sahibim.
Kişinin kendinden kuşkusu yoksa, meydan okumak o denli rahatlatıcı ki...
Sanılmasın ki bu toplumsal yozlaşma ile savaşmak zorunda olan yalnızca benim. Metropol kentlerden doğduğu topraklara dönen ve döndüğünde "etliye, sütlüye karışan" herkes için bu ve benzerleri geçerlidir. Para, siyasal veya sosyal güç sahipleri, cahillerden destek almak için onlara öyle apoletler takmış ki; okuyan, soran, sorgulayan, kafa patlatan, tartışan, öğrenmeyi ilke edinen ve öğrendiklerini insanlar yararlansın diye yazan bir insan, 15 yıldır böyle bir atmosferde olunca, diğer örneklerle de tanışma şansı elde ediyor.
Başlığı bir de sona yazayım:
Doğru sanılanlar, çoklukla yanlış! Üretilen suni algılarla dürüst, açık sözlü, onurlu, gururlu, üretken insanların nesli tüketiliyor. Bu gerçek dışılık giderek yaygınlaştıkça, doğada nesli tükenmek üzere olan canlılar kuyruğunda, insan ön sıraya koşmaya başladı.
2025© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.